İnsan kendini yanlızca insanda tanır
Site Menü  
  Ana Sayfa
  Belgeseller
  Bilim ve Teknik
  Müzik Portalı
  Sinema
  Tiyatrolar
  Halk Ozanlarımız
  Felsefe Portalı
  Edebiyat Portalı
  Siyaset Portalı
  Romanlar-Şiirler
  Yazarlar-Şairler
  Sanat Tarihi
  Mitoloji
  => Türk Mitolojisi
  => Yunan Mitolojisi
  => Hitit Mitolojisi
  => Mısır Mitolojisi
  => Frigya Mitolojisi
  => Roma Mitolojisi
  => Ermeni Mitolojisi
  ORTAK KÜLTÜRÜMÜZ
  Ekstralar
  Ziyaretci defteri
  Top liste
  Galeri
  Kitaplık
Bugün 50 ziyaretçi (55 klik) kişi burdaydı!
Yunan Mitolojisi

 

 

Yunan Mitolojisi

Her şeyden önce Khaos (kaos) vardı. Bu bir boşluk değildi, içinde bütün eşyaların, tanrı ve insanların kaynağını bulundururdu. İlk önce Khaos'tan Toprak Ana - Gaia ve gökyüzü - Uranos oluştu. Gaia ve Uranos'un birleşmesinden Brontes, Steropes ve Arges ('gökgürültüsü', 'parıltı' ve 'şimşek') isimli üç Kyklop doğdu. Kykloplar alınlarının ortasında taşıdıkları tek gözleri ile yer altı alevini gökyüzü ateşine dönüştürüyorlardı. İkinci olarak Gaia ve Uranos elli başlı yüz kollu Kottos, Briareus ve Gyes ('öfke', 'güç', 'dehşet') adlı Hekatonkheirleri yarattılar. Ve nihayet Titanlar oluşturuldu.

Toprak ananın gökyüzü ile birleşmesinden altısı erkek, altısı dişi olmak üzere on iki Titan doğdu. Titanların erkek olanları Okeanos, Koios, Hyperion, Iapetos ve Kronos; aynı zamanda Titanides denilen dişi Titanlar ise Theia, Rheia, Themis, Phoibe, Mnemosyne ve Tethys adlarını taşıyorlardı. Okeanos ve Tethys bütün nehirleri yarattılar. Hyperion ile Theia'dan Güneş - Helios, Ay - Selene, Şafak - Eos doğdular. İapetos ve Asie'den gök kubbesini sırtında taşıyan Atlas, Menoetios, Epimetheus, Prometheus doğdular. Diğer 2 çift Titan da kendi çocuklarını doğurdular. Ama gelecek altıncı çiftin evlatlarınındı - Kronos ve Rheia'nın.

İlk doğan çocukları Kyklop ve Hekatonkheirlerden hem iğrenen hem de kendi iktidarını almalarından korkan Uranos, çocukları doğdukça onları yerin derinliklerine - Tartaros'a (cehenneme) atıyordu. Bu duruma üzülen Gaia eşinden nefret etmeye başladı, Titanları Gökyüzüne karşı kışkırttı. Titanlar babalarına karşı geldiler ve onu hakimiyetinden mahrum bıraktılar. Titanların en kurnazı olan Kronos tahta oturmasına rağmen, kardeşlerinin güçlerinden korkarak onları Tartaros'tan kurtarmadı.

Yunanlar Kronos'un yönetim dönemine 'altın dönem' adını vermekteler. Maalesef yönetimi eline geçiren bu yeni hakimin kaderinde de oğlu tarafından devrilmek vardı. Bunun önlemini alabilmek için Kronos korkunç bir karar aldı - yeni doğan oğullarını ve kızlarını yutmaya başladı. İlk olarak Kronos kızı Hestia'yı, sonra kızları Demeter ve Hera'yı , ardından da Hades, Poseidon adlı oğullarını yuttu. Kronos zamanı temsil eder. Kron kelimesi zaman anlamındadır. 'Zaman kendi evlatlarını yutar.' deyimi de bugün Kronos olayını anımsatmaktadır.

Rheia yalnız Zeus'u onun elinden kurtarabildi. Bir kocaman taşı kundak bezlerine sarıp Kronos'a verdi. Kronos taşı Zeus zannedip yuttu. Zeus ise Girit adasında bir mağarada saklandı, sihirli keçi Amaltheia'nın sütü ile beslendi.

Olgunluk çağına gelince Zeus saklandığı mağaradan çıktı. Kronos'a savaş açtı. Bu savaş on yıl sürdü, hiç birisi yenemeyince, Zeus Rheia'nın tavsiyeleri ile Tartaros'taki Kyklop ve Hekatonkheirleri serbest bıraktı. Kykloplar Zeus'a meşhur şimşekleri verdiler. Yüzelli Hekatonkheirler Titanların üzerine taşları ve kayaları fırlattılar. Yerler parçalandı, dağlar eridi ve Titanlar yenildiler. Zeus Kronos'u yuttuğu tanrıları ve taşı çıkarmaya zorladı. Titan'lar yenilerek Tartoros'a atıldılar. Yüz kollu Hekatonkheirler ise Titanların bekçiliğini yapmaya başladılar. Tanrılar (Zeus ve kardeşleri) dünyayı yönetmeye başladılar.

Üç erkek kardeş Zeus, Hades ve Poseidon evreni kendi aralarında paylaştılar.

Ortanca kardeş Poseidon denizlerin, deniz canlılarının ve tüm akarsuların hakimiyetini aldı. Deniz tanrılarından olan Nereus kızlarından güzel Amphitrite ile evlendi. Bu evlilikten bir çok deniz perisi, yarı at yarı insan Triton doğdu. Triton deniz kabuğunu öttürerek tufanı yatıştırır ve suları geldikleri yere döndürürmüş.

Poseidon'un elinde taşıdığı üç çatallı yabayı fırlattığı zaman, denizde fırtınalar ve korkunç dalgalar yaratabilir. Nereus'un kızları olan nereidler her zaman Poseidon'un çevresini sararlar. Nereidler belden aşağı balık, belden yukarı insan şeklindeler.

Küçük kardeş Hades'in payına yeraltı düşmüştür. İnsanların ve tanrıların hiç sevmedikleri sert, korkunç tanrı Hades, karısı Persephone (Zeus'un kızı) ile birlikte, gölgeler halinde dolaşan ölülere hükmeden yer altı ülkesindeki saraylarında yaşarlar. Hades' in bekçiliğini üç başlı cehennem köpeği Kerberos yapar, yeraltına gelenleri kuyruğunu sallayarak, okşayarak içeri alır, ama çıkmak isteyenler için de üç ağzını birden açarak, sipsivri ve kara dişlerini göstererek tehdit edip, yukarı çıkmasını önler. Ölüler dünyası yani yer altı, günah işleyenlerin bulunduğu bir yerdir. Burada günahkarların en günahkarları bulunur ve bunlar sonsuz bir azaba çarptırılırlar. Tanrılar içinde adına ne bir tapınak, ne bir sunak yada herhangi bir ilahi bestelenmeyen bir tek Hades vardır, bu da kendisinden korkulmasından kaynaklanmaktadır.

Büyük kardeş ve 'tanrıların kralı' olarak kabul edilen Zeus paylaşımda gökyüzü ve dünyayı aldı. O aile ve evliliğin hamisi kabul edilen tanrıça Hera ile evlenir. Bu evlilikten İlithya ve Hebe adında kızları, sanayi tanrısı Hephaistos ve savaş tanrısı Ares oğulları olmuştur. Tanrılar daima yaz mevsiminin hüküm sürdüğü Olimpos dağında yaşarlar. Gençliğin ve güzelliğin sembolü olan Hebe tanrılara onların ölümsüzlüğünü sağlayan ambrosia ve nektar dağıtır. Zeus altın tahtında oturur. Tahtın yanı başında tanrıların habercisi kanatlı İris yer almaktadır.

Zeus çok güçlü bir tanrı olsa da kaderi yönetmek onun elinde değildir. Kaderi üç Moir yönetmektedir: Lakhesis insanların doğumundan önce kaderini belirler. Klotho insanların kader ağlarını örer. Atropos bu ağları yönlendirir.

Çevresindekiler tarafından saygı gören Zeus zaman zaman çapkınlıkları ile Hera'yı kızdırır. O güzeller güzeli Leto'ya aşık olur. Bu birliktelikten kızıl saçlı ikizler Apollon ve Artemis doğar. Hera, Zeus'un ikincil ilahelere ve ölümlü kadınlara ilgi duymasını bir türlü içine sindiremez ve onları sürekli tehdit altında tutar. Leto çocuklarını doğurabilmek için Delos adasına sığınır. Hera onlara yılan Pifon'u gönderir ve bin bir türlü işkenceye maruz bırakır. Ama Leto'nun oğlu Apollon büyüdüğünde sihirli oku ile ejderhayı öldürür ve Olimpos Tanrıları içinde güzel sanatlar ve gün ışığının tanrısı olarak saygınlığını kazanır. Olymposluları altın liriyle eğlendiren, çok uzaklara ok atabilen, hastaları iyileştiren, iğleştirme sanatını hastalara ilk öğreten gümüş yayın efendisi okçu tanrı olarak Yunan şiirlerine geçmiştir. Kardeşi Artemis ise av tanrıçası oldu.

Başka bir zaman ise Zeus'un Hera'ya ihaneti sırasında Hermes doğar. Hermes rüzgar tanrısıdır, babası Zeus annesi ise yağmur perilerinden biri olan Maia'dır. Kanatlı sandalları olan Hermes aynı zamanda tanrıların habercisidir. Hermes'in görevleri arasına ölenlerin ruhlarına Hades'in saltanatına kadar eşlik etmek de var. Apollon'un ölümsüzler arasında en sevdiği tanrı rüzgar tanrısı olan Hermes idi.

Anlatılanlara göre Hera'dan önce Zeus Titan Okeanos'un kızı Metis (Zeka temsilcisi) ile evlenmiş. Ama Moir'ler tanrıların kralına bu birliktelikten doğan çocuğun yönetimi eline geçireceğini söylerler. Zeus bunu duyunca Metis'i yutar. Kısa bir süre sonra Zeus'un şiddetli bir baş ağrısı başlar. O zaman Prometheus'tan balta ile başına vurmasını rica eder. Prometheus bu isteği yerine getirir ve Zeus'un başından onu kızı Athena savaş kıyafetlerinde çıkar. Eski Yunanlara göre, Athena üretici zekanın ve adaletli savaşların tanrıçasıdır. Ülkeyi saldırılardan koruyan bir tanrıçaydı Athena. Bir başka özelliği, Şehir tanrıçası olmasıydı; uygarlığın, el sanatlarının, tarımın koruyucusu, dizginin yaratıcısıydı; atları ilk ehlileştiren oydu. Onun şerefine şehirlerine Athena adını vermişler. Yılan ve baykuş tanrıçanın sembolleridir.

Zeus ile Thebia kralı Kadmos'un kızı ölümlü Semele birleşmesinden oğulları Dionysos doğar. Hera, Zeus'u Semele'den kıskanır ve yaşlı bir kadın kılığına girerek Dionysos'un annesini kandırır. Semele ona kanarak Zeus'tan tüm ihtişamı ile ona görünmesini ister. Zeus onu kıramaz ve yıldırımlardan korkan Semela yedi aylık Dionysos'u düşürür. Zeus Semele'nin düşürdüğü ve sık yapraklı bir sarmaşığın yanmaktan koruduğu Dionysos'u baldırına kancalarla yerleştirir ve zamanı geldiğinde onu ikinci bir doğumla meydana getirir. Böylece Dionysos iki kez doğmuş olur. Nyssa dağındaki nymphaler Dionysos'u büyütüp eğitirler. Dionysos gençlik çağına geldiğinde mağaradaki üzümleri kullanarak şarap yapma sanatını bulur. Şarabın ve esrikliğin tanrısı olarak kabul edilir.

En güzel tanrıça şüphesiz kızıl saçlı Afrodit'ti. Onun doğumu ile ilişkin tartışmalar sürmektedir. Bazılarına göre Afrodit Zeus'un kızıdır. Diğerlerine göre ise Afrodit daha önce Uranos'la denizdeki dalgaların bembeyaz köpüğünden oluşmuştur. Afrodit aşk tanrıçası olup, insanların birbirlerine sevgi ile yaklaşması için üzerlerine aşk iksirini damlatan, çiçekleri ve ağaçları baharda rengarenk donatarak,doğayı canlandıran üretken bir tanrıçadır. Afrodit ateş tanrısı olan ve çok sanatkar, ancak topal ve çok fazla yakışıklı sayılmayacak bir görünüme sahip olan Hephaistos ile evlenmiş. Afrodit ve Hephaistos'la ilgili mit her ikisinin de temsil ettikleri sanat ve aşk kol kola olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Eski Yunanlar bu tanrıları 'on iki Olimpos tanrısı' adını vermişler. Bu gruba Zeus, Hera, Athena, Artemis, Afrodit, Demeter, Apollon, Hermes, Ares, Hephaistos, Hestia, Dionysos dahildi. Poseidon ve Hades deniz ve yer altı dünyasında bulundukları için bu gruba dahil edilmemişler.

Guzel tanrıça Afrodit'in adı Homeros'un İlyada'da anlattığına göre Truva (Troya) savaşının başlama nedeni olarak anılmaktadır. Efsaneye göre, Olimpos tanrıları Iolkos Kralı Pelans ile Thetis'in düğünleri için bir araya toplanmışlar. Kavga tanrıçası Eris düğünlerine davet edilmeyince sinirlenmiş. Bir oyun düzenlemiş ve Hera, Afrodit ve Athena'nın oturduğu ziyafet sofrasına, üzerinde 'en güzele' yazılı bir elma atmış. Elmanın kimin olduğu üzerine 3 güzel tartışmaya başlarlar ve Zeus'tan bu sorunu çözmesini isterler. Zeus işin içinden çıkamayınca, çareyi Troya Kralı Priamos'un oğlu Paris'i rehber ilan etmekte bulur. Güzellerden her biri kendisini seçmesi için Paris'e bir şey vaat ederler. Athena ona savaşta yenilmezlik gücü vereceğini vaat eder. Hera Paris'i Asya'nın hakimi yapacağını söyler. Paris Afrodit'e kanar ve dünyanın en güzel kadınını elde etmek için Afrodit'i yarışmanın birincisi seçer.

Bu güzel kadın Sparta Kralı Menelaos'un karısı Helen'di. Paris, Afrodit'in yardımıyla Sparta'ya gider, Helen'i kaçırır, prensi olduğu Troya şehrine geri döner. Bunun üzerine hakarete uğramış Menelaos, Akha ordularını toplayarak Troya'ya savaş açar. Böylece 10 yıl sürecek Troya savaşı başlamış olur.

Her iki taraf da zaferler kazanır. Sonunda Ithake kralı Odysseus tahta atı icat ederek, Troya'nın kapılarına götürür. Troya'lılar bu büyük ata hayran kalarak onu şehir duvarlarından içeriye taşırlar. Atın içinde saklanmış olan Yunan askerleri gece olunca saklandıkları yerden çıkarlar ve Troya'yı ele geçirirler.

Menelaos güzel Helen'i affeder ve birlikte Sparta'ya döner, mutlu bir yaşam sürerler. Maalesef diğer kahramanları aynı kader beklememektedir. Özellikle Odysseus uzun yıllar vatanına dönmek için mücadele verir.

Troya'dan uzaklaşan Odysseus'un gemisi denizde fırtınaya esir düşer ve zalim, insan eti yiyen devlerin adasına sürüklenir. Durumdan bihaber Odysseus ve on iki arkadaşı sahile çıkarlar. Burada onlar tek gozlu dev Polyphemos'a esir düşerler. Polyphemos yakalayabildigi Odysseus'un arkadaslarini birer birer yemeye baslar. Odysseus, devi, yanlarında getirdikleri Ismaros şarabı ile sarhoş eder ve tek gözünü çıkarır. Odysseus ve kalan adamları, mağaradaki surunun arasına karışıp devin bacaklarının arasından dışarı çıkarlar.

Odysseus ve adamları özgür kaldıklarına sevinir ve yollarına devam ederler. Polyphemos denizler tanrısı Poseidon'un oğluydu. Oğlunun kor edilmesine çok kızar ve ileride Odysseus'un eve dönüş yolundaki gecikmelerine sebep olur. Bir süre sonra Odysseus Aiaie adasına, Güneş Tanrısı Helios ile Okeanos 'un kızı Perseis'ten doğma büyücü Kirke'nin yaşadığı bölgeye çıkar. Güzel Kirke, Odysseus'un arkadaşlarına şarap içirerek domuza cevirir. Tanrı Hermes, Odysseus'un yardımına koşar ve ona bir ot vererek domuz olmasını engeller. Odysseus Kirke'yi yener ve onu arkadaşlarını eski haline dönüştürmeye zorlar. Kirke Odysseus'u Hades gidip bilici Teiresia'in ruhuna danışması koşuluyla serbest bırakacağını söyler. Odysseus bir takım zorlukları atlatarak bunların da üstesinden gelir.

Daha sonra Odysseus peri Calypso'nun adasına çıkar ve orada yedi yıl esir olarak yaşar. Malta olduğu sanılan bu adadaki esareti, Athena'nin Zeus'a yalvarması üzerine sona erer. Zeus tarafından tekrar görevlendirilen Hermes, Calypso'ya Zeus'un emrini iletir. Calypso onu serbest bırakır.

Bu olaydan sonra bir çok zorlukların sonunda Odysseus vatanı Ithake'ye döner ve çok sevdiği karısı Penelope'ye kavuşur ve uzun yıllar mutlu yaşam sürerler.

 

 

                                                                           Yunan Mitolojisinde İnsan Gerçeği


Mitoloji Uygarlıkları ve Yunan Uygarlığı



Görmekte olduğumuz eski uygarlıklar birer mitoloji uygarlığıdır. Eskiçağ’ı yunan uygarlığına kadarki uygarlık etkinlikleri dönemi ve yunan-latin uygarlığı dönemi olmak üzere ikiye ayırırsak, birinci dönemin kültür değerleri açısından tam tamına mitolojik özellikler gösterdiğini, ikinci dönemin mitolojik düşünceden ussal düşünceye ya da hatta felsefeye geçiş dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Mitoloji dönemleri ussal düşüncenin henüz yetkin bir düzeye ulaşmadığı, usun henüz yeterince gelişmediği, imgelemin usa egemen olduğu ya da usun imgelemi denetleyecek güçte olmadığı dönemlerdir. Bu dönemlerde insanla ve evrenle ilgili araştırmalar her zaman olağanın sınırlarını aşan bir takım tasarımlar içinde, ama gene de gerçekçi bir düzeyde, insan ve evren gerçeğini açıklamaya yönelir biçimde, insanın evrendeki yerini,evrenin nereden geldiğini araştıracak biçimde gelişmiştir. Mucize fikri özellikle baskındır, ancak mucizenin altında yatan tam anlamında bir insan araştırmasıdır. Bu fikir mitoloji dönemleri için doğaldır, hatta günümüzde de birçok yönde, birçok bakımdan yürürlükte gibidir.


Mucize Fikri

Doğal nedenlerle açıklayamadığımız tüm olgular bize birer mucize olarak görünür. En eski zamanlar bu yüzden mucizelerle dolu zamanlardır. XVII. yüzyılda bile birçok doğa olayı mucize gibi alınmıştır. O dönemde gökkuşağının ne olduğunu anlayamayanlar onu mucize diye nitelendirmişlerdir. Kepler, gezegenleri meleklerin çektiğine inanıyorlardı. Gökbilgisi, elfalı, cincilik, büyücülük Yeniçağ’ın başlarına kadar bilim sayılmıştır. Descartes bile bu alanlarla azçok ilgilenmiştir. Ayrıca dinler her zaman mucizeyi öngörür. Yalnız eski pagan dinleride değil, üç büyük tektanrıcı dinde de, yani Musevi dininde, Hıristiyanlıkta ve İslam inancında mucize vardır. Musa Tanrı’yla konuşur, İsa ölüleri dirildir… Benzer özellikler eski doğu uygarlıklarında da görülmüştür. İleride Buddha olacak olan Bodhisattva tanrıların dördüncü göğünde doğmuştur. Göklerin derinliklerinden dünyaya bakmış, Buddha olup insanları kurtaracağı yüzyılı, kıtayı, krallığı ve kastı belirlemiştir. Kendine anne olarak kraliçe Maya’yı seçmiştir. Maya, böğrüne altı dişli, gövdesi kar beyazı, başı yakut kırmızısı bir filin girdiğini düşünde görmüştür. Hiçbir acı, hiçbir ağırlık duymamış, tersine kendisini rahat ve hafif duymuştur. Tanrılar onun bedeninde bir saray kurmuşlardır. Bodhisattva orada dua ederek vakti saati beklemiştir. İlkyazın ikinci ayında kraliçe bir bahçeden geçerken, yaprakları tavus kuşunun telekleri gibi parlayan bir ağaç ona bir dal uzatmıştır, kraliçe o dalı sessizce almıştır. Bodhisattva o sırada doğrulmuş ve kraliçenin böğrünü yırtmadan onun böğründen doğmuştur.



Yunan Mucizesi

Mucizelerin bitmeye yüz tuttuğu yer, ussal düşüncenin kurulmaya başladığı yerdir. Bu defa ussal düşüncenin birden bir pırıltıyla ortaya çıkması insanlara bir mucize gibi görünmüştür. Ussal düşüncenin kurucuları Yunanlılar uzun zaman bir mucizeyi gerçekleştiren insanlar olarak alındılar. Mucizelerin olmadığı bir dünyada yunan mucizesine inanmak bir bilgi eksikliğinin sonucuydu. Kaynağını göremediğimiz zaman en basit bir olgu bize bir mucize olarak görünür, görünebilir. “Yunan mucizesi” yakıştırması eski uygarlıkların, toprağın derinlerine batmış uygarlıkların dünyamıza yeniden doğuşuyla silinmeye yüz tuttu ama tam bırakılmadı. Kazılar unutuşun derinliklerinde kalmış uygarlık ürünlerini ortaya çıkardıkça dikkatimiz yunan öncesine çevrildi. Eski uygarlıkların yeniden doğuşu, yunan uygarlığı mitolojik düşünceden ussal düşünceye geçişi gerçekleştirmiş olmakla mucizeye benzer bir şeyleri duymaktaydı. Jean Voilquin, Sokrates’ten Önce Yunan Düşünürleri adlı kitabına yazdığı giriş yazısının en başında şöyle diyor: “Yunan mucizesi! Özel olarak yetenekli yunan halkının insanlık düşüncesine kazandırdığı büyük ilerlemeler göz önünde tutulunca, büyük ölçüde yıpranmış da olsa bu sözü kullanmak gerekir. Son derece elverişli gelişim koşullarına yerleşen yunan halkı, insanlık düşüncesine etkinliğinin çerçevelerini ve temel ilkelerini gösterdi. Felsefede, tarihte, bilimlerde olsun, çeşitli sanatlarda ve edebiyat türlerinde olsun, yunan halkı her şeyi bir temele oturtmayı ve tam tamına deneysel ve uygulamalı bilgiden uzaklaşarak, her bilginin evrensel kaynaklarına kadar yükselmeyi, büyülerin ve dinlerin tehlikeli koruyuculuğundan kurtulmayı, tüm sorunları ussal düzeyde ele amayı ve kurgusal düşünceye daha sonra da uzaklaşamayacağı yolları açmayı başardı.

DÜŞÜNCE TARİHİ
Afşar Timuçin
Bulut Yayınları
3. Basım, 2000

Sf. 155-179

Yunan Mitolojisinde İnsanın Yaratılışı

İnsanoğlunun yaratılması konusunda değişik görüşler olmuştur. Bazıları insanı yaratma işini Titanlarla yapılan savaşta, Zeus’un yanında yer alan Prometheus’a ve kardeşi Epimetheus’a verildiğini söylerler. Prometheus’un insanı maddeden yarattığı yada başka bir deyişle yaptığı efsanesi İ.Ö. IV.yy. da ortaya çıkar. Bu efsane belki de tufandan sonraki insanlık çağına aittir. Prometheus diğer bütün tanrılardan daha akıllıydı. Buna karşılık kardeşi Epimetheus akıl yönünden acizdi. Öyle ki insanları yaratmadan önce en değerli armağanları, hayvanlara vermişti; kuvveti, cesareti, kurnazlığı, kürkleri, tüyleri, kanatları, hepsini dağıtmıştı. Sonra pişman oldu ve durumu Prometheus’a anlattı; Prometheus da insanı diğer tüm yaratıklardan üstün kılmanın bir yolu olarak onlara, tanrılara benzeyen bir biçim verdi. Ayrıca, güneşe çıkarak aldığı ateşi de onlara sundu. İçinde halen, kendi ırkını yenen ve onları tahtından indiren Zeus’a karşı bir öfke besliyordu. Böylece insanı yaratarak ondan öcünü alacaktı. Çünkü insanlar sonradan tanrıları hiçe sayacak onların başına bela olacaktı.
Anatole France’nin anlattığı bir mitte ise; Prometheus bir çok heykel yapmıştı1. Yalnızca insanın değil, hayvanlarında heykelini yapmıştı. İnsanda görülen kusurların olmasının nedeni ise şundandır; Prometheus bir gün, yine kilden insana ait bir çok kafa, kol bacak yapıyordu. Bunları birleştirerek raflarına diziyordu. O sırada şarap tanrısı Dionysos geldi. Birlikte gezdiler; eğlendiler, şarap içtiler. Prometheus geri döndüğü zaman çok sarhoş olmuştu. Bu yüzden bazı küçük hatalar yaptı, küçük bir gövdeye büyük bir baş taktı, büyük bir gövdeye ait olan uzun kolları ise küçük bir gövdeye taktı. Hayatta da büyük başların veya uyumsuz gövdelerin olmasının nedeni buymuş.
Bunun dışında Voltaire’nin felsefe sözlüğündeki insanın yaratılış kısmında bahsedilen bir mit ise şöyledir2; Zeus insanın yarattıktan sonra 25 yıl yaşamasını yeterli görüyordu. İnsan ise sızlandı bunun yetersiz olduğunu, zaten yarısının uykuyla geçeceğini çocukluk dönemini de çıkarınca geriye pek bir şey kalmayacağı söyledi. Uzun ömürde dahil tüm iyi özellikler diğer yaratılmışlara verilmişti. O anda insanın yanında altı hayvan bulunuyordu bunlar; tırtıl, kelebek, tavus, at, tilki ve maymun. İnsan bu yaratıkları göstererek Zeusdan onların ömürlerinden kendi ömrüne eklemesini istedi. Zeus ise diğer hayvanlara haksızlık olacağını söyledi, fakat insanın, hayatının belli dönemlerinde o hayvanlar gibi yaşamasını insana şart koşarak onun ömrünü uzattı. Bundandır ki yeni doğan bir insan önse tırtıl gibi yerde sürünür, emekler bu bebeklik dönemidir. Sonra kelebek gibi neşe içinde koşar bu çocukluktur. Gençliğinde ise tavus kuşu gibi gururludur. 25-30 yaşlarına doğru ev bark sahibi olunca at gibi hayatın yükünü çeker. Kırkından sonra insan olgunlaşır tilki gibi kurnaz olur. Elli yaşından itibaren de maymun gibi çirkinleşir. Başka bir anlatıma göreyse; insanı tanrılar yaratmıştır. Önse altın soy meydana gelmiştir. Yaşamlarını tanrılar gibi geçirmişler. Altın soydan sonra gümüş soy yaratılmıştır. Bu soyun insanları daha akılsızdı. Bundan sonra pirinç
soy gelmiştir. Durmadan birbirleriyle savaşırlardı. Bu soyu tanrısal kahramanlar soyu izledi. Birçok efsaneye konu oldular. Şanlı bir soydu. Beşinci soy ise bugün de yaşayanların çağıdır.


MEKONE OLAYI


Titanları yenen Olymposlular evreni kendi aralarında bölüşürler. Sıra gelmiştir insanlarla anlaşmazlıkları yola koymaya; Ölümsüzlerle, ölümlü insanlar Mekone de toplanmışlar. Kesilen her kurbandaki tanrıların hesabına payı saptıyorlarmış. Prometheus bu konuda ölümlülerden yana olmuştur. Yine kurnazlığını göstermiş, büyük bir öküzü keserek ikiye ayırmış, bir yana etini koymuş, üzerini işkembeyle örtmüş, diğer yana kemikleri koymuş ve üstünü yağla kaplamış. Eğer kuzeni Zeus kötü tarafı seçerse aslan payı insanların olacaktır. Aksi olursa üstünlük tanrılarda kalacaktır. Zeus önüne konan paylardan iştah verici, yağlı olanı seçmiş. Yağın altında kemikleri fark edince kendinden geçmiş, ve Prometheus’a çok öfkelenmiş.

 


 

 
Duyurular  
 

Sitemiz yapım aşamasındadır.

iletişim: pirsultan_109@hotmail.com

 
Kitaplıktan Seçmeler  
 

Fransa / Mayıs 68 – M. Şehmus Güzel (Yeni çıktı!)

 
Medya  
 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol